Dinle gerçek ne diyor: Doğruluğu yap ve hiç korkma.” [1] “Israr” + “sadakat” + “kararlılık” + “cüret” + “umut” + “azim” + “gelenek...
Dinle gerçek ne diyor:
Doğruluğu yap
ve hiç korkma.”[1]
“Israr” + “sadakat” + “kararlılık” + “cüret” + “umut” + “azim” + “gelenek” + “vazgeçmemek” + “başkaldırı” eylemli söyleminin yani devrimci praksisin tarihsel toplamıdır bizim için “Taksim” diye de anılan 1 Mayıs Alanı/ Bayramı…
Ya da “On ne peut pas cueillir la rose sans se piquer les doigts,”[2] diyen Fransız Atasözünde veya Türkçesiyle “Eziyet çekilmeden selamete varılmaz”da kanıtlanan bir mücadelenin özetidir Taksim…
Hayır; ne Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın; ne Emniyet Müdürü Hüseyin Çapkın’ın; ne İstanbul Valisi Muammer Güler’in; ne de “İdareye yardımcı olsunlar, illegal unsurları kendileri temizlesinler. Sadece işçilerimiz, sendikalarımız birlikte olsunlar, biz de katılıp kutlayalım. Valimize yetki verildi. Kendileri de bu konudaki organizasyonları yapacaklar ve 1 Mayıs farklı bir bayram havasında kutlanacak,” diyen İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın lütfu değildir Taksim…
Taksim’i; Onlardan, hepsinden söke söke aldık; 2007, 2008, 2009 ve öncesi tanığımız, kanıtımızdır…
Polis Teşkilatı’nın kuruluş yıldönümü için trafiğe kapatılan Taksim’in 1 Mayıs’ta işçilere açılıp açılmayacağı konusunda İstanbul Valisi Muammer Güler 10 Nisan 2010’de, “Daha önceki yıllardaki kâbusların yaşanmamasını istiyoruz,” demiş; bu bir itiraftır!
Sonra devamla “Üretimin vazgeçilmez unsuru olan emeğin kutsallığı çerçevesinde emekçilerin 1 Mayıs’ın huzur ve güven içinde, demokrasiye yakışır bir şekilde bayram havasında kutlaması en doğal hakları olarak görülmektedir. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün ülkemize yakışır bir şekilde, barış ve huzur içerisinde demokratik bir olgunlukla kutlanması konusunda bir mutabakat sağlanmıştır,” diyor Vali Muammer Güler…
Neyi, nasıl yapacağımızı vali efendinin tarifine ihtiyacımız yok!
Biz onu/onları, onlar da bizi bilirler… Tarife ne hacet…
1 Mayıs’ta yine alanlardayız; Taksim’deyiz…
“Mutabakat” bağımsız olarak…
1 Mayıs’ta alanlarda, Taksim’de olmamız gerek ve her zamanki gibi olacağız!
Sakın ola kimse, “”Bu kez devletten ‘olmaz’ yanıtı yerine daha ılımlı mesajlar geliyor… Dört yıldır olayların yaşandığı 1 Mayıs kutlamaları için ılımlı bir hava esiyor…”[3] türünden argümanları öne çıkartarak, gerçeği/ tarihi alt üst etmesin…
2007, 2008, 2009 ve elbette öncesi; asla boşuna yaşanmadığı gibi, unutulmadı…
DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, Taksim ısrarının bir inatlaşma değil, demokratikleşme sorunu olduğunu belirterek, “Bu yıl 1 Mayıs’ı Türkiye ve İstanbul’da örnek bir 1 Mayıs olarak nasıl kutlandığını dünyaya göstermek istiyoruz,” demiş…
Yasakçıların yasaklarına boyun eğmeyen, Devrimci 1 Mayıs geleneğini yaşatma ısrarından vazgeçmesi mümkün olmayan radikal sosyalistler, 1 Mayıs’ı hep “örnek” biçimde kutladılar; 2007’de, 2008’de, 2009’da ve elbette öncesinde de… Saldırılara, yasaklamalara, üzerlerine yağmur gibi yağan gaz bombalarına karşın…
Hayır; sakın ola, “İstanbul Valisi Muammer Güler ile 6 işçi ve memur sendikası başkanı, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nün 32 yıl sonra Taksim’de kutlanması konusunda mutabakata vardı… Taksim’in 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın kutlanması için sendikalara tahsis edileceği açıklandı” diyerek “33 yıl sonra gelen özgürlük”den[4] söz etmeyin; devrimcilerin Taksim’i her zaman özgürdü; çünkü devrimcilerin özgürlüğü egemenlerin fermanına bağlı/ endeksli falan değildi…
Gerçeğin “yalan”, yalanın da “gerçek” ilan edildiği en karalık gecede bile devrimciler, yorgun ve yılgın olmadıkları gibi, egemenlerden, icazetlerinden medet falan da ummadılar…
Onlar hep ve hâlâ ısrarla baktılar gecenin ufkuna gözlerini fal taşı gibi açarak…
Taksim’i açan egemenlerin icazeti, lütfu falan olmadı, böyle bir şey söz konusu değil!
Taksim’in yolunu Onlar açtı; yanık benizli kararlı çocuklar; hepsi 77’nin 1 Mayıs’ın fırlayıp gelmişlerdi; hepsi 1989’daki Mehmet Akif Dalcı’nın; hepsi 1990’daki Gülay Beceren’in; hepsi 1996’daki Hasan Albayrak, Yalçın Levent ve Dursun Odabaşı’nın yoldaşlarıydı ve hepsi de 2007’de, 2008’de, 2009’da kocaman yürekleri ve çıplak elleriyle dövüşenlerdi…
Onlar… Ahmet Telli’nin, “Gidenler nerde kaldılar, özledim gülüşlerini,/ Bir kenti güzelleştiren yalnız onlardı sanki/ Onlardı çocuklara ve aşka ölesiye bağlanan…”
Onlar… Pierre Jeanne de Beranger’in, “Yolun düşerse kıyıya bir gün/ Ve maviliklerini enginin seyre dalarsan/ Dalgalara göğüs germiş olanları hatırla/ Selamla, yüreğin sevgi dolu/ Çünkü onlar fırtınayla çarpıştılar/ Eşit olmayan bir savaşta/ Ve dipsizliğinde enginin yitip gitmeden önce,/ Sana liman gösterdiler uzakta….”
Onlar… Nail Çakırhan’ın, “Daha çok onlar yaşamalıydı,/ Daha çok onlar haketmişlerdi bunu;/ Daha çok onlar bilirlerdi/ Yaşamanın ne olduğunu./ Kavgam onların adıyla anılır…” dizeleriyle nitelenmeyi en çok hak edenlerdi…
Yarattıkları; tarihin tanık olduğu en muhteşem tablolardan birisiydi; Taksim’in yeniden zaptıydı…
Taksim’in bir inatlaşma değil, demokratikleşme sorunu olduğunun altını çizen DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, “Yılmadık, direndik, kazandık” diyor…
Bir yanlışlık var; düzeltelim: Taksim, bir “demokratikleşme ürünü” değil; 2007, 2008, 2009 ve elbette öncesinden uzanıp gelen kavganın politik, devrimci kazanımıdır…
Örneğin 2009’u öte yakada “kutlayan”lar şimdi, “Taksim… Taksim…” derken; “Gur dikûjin qirok dixun,”[5] diyen Kürt atasözünü anımsatıyorlar biz(ler)e…
Bilmiyor olamazsınız: Ürkekler tehlikeden önce çekingen, tehlike sırasında korkak, tehlikeden sonra mangalda kül bırakmayanlardır…
Şimdi, 2010’da Taksim’de de böyle oldu…
Ancak bugünde bunun böyle olması 2007, 2008, 2009’da Puldius Cyrus’un, “Cesareti olmayan adamın başarısı olmaz”; Cicero’nun, “Cesaretle dolu insan, inançla dolu bir insandır”; W. Goethe’nin, “İnsanın cesareti olduktan sonra hiçbir tecrübe tehlike değildir,” sözlerini kanıtlayan isyancıların eseridir…
Evet, Taksim 2010: P. Terentius’un, “İnsan istediğini yapamadı mı, yapabileceğini istemeli,” diye betimlediği uzlaşma/ diyalog/ hesap-kitap “uzmanları”na inat; isyanın, baş eğmemenin, teslim alınamamanın ya da “Bir taş da siz atın!”; “Hâlâ tek yol devrim!”; “Yolumuz işçi sınıfının yoludur!”; “Yaşasın sosyalizm!” diye haykıranların kazanımdır!
Şimdi yeniden alanlara koşuyoruz…
Ahmet Türk’e saldırıyı protesto sırasında Hakkâri’de yerlerde sürüklenerek gözaltına alınan 14 yaşındaki Hatip Kurt için…
Mahpustakiler ve Engin Çeber’ler için…
Kadınlar; mağdurlar; madunlar; ezilenler; ötekileştirilenler için…
Sonra da TÜİK’e göre, ücretli çalışan sayısının 13 milyona çıktığı Türkiye’de her 3 iş sahibi nüfustan 2’si ücretliyken ve kriz yılı 2009’da ücretler yüzde 2.2 indirilmişken; ve çalışmayan sayısı 2009 yılının ocak dönemine göre 1.49 milyon artarak 6 milyona yaklaşıp, her dört gençten biri işsiz olup, Kasım-Aralık 2009 ve Ocak 2010’u kapsayan 3 aylık dönemde 1 milyon 484 bin kişi işsiz kalmış ve de işsizlerin yüzde 44’ü sekiz yıldır iş bulamıyorken…
Malawi, Zimbabwe, Zambiya, Lesotho, Swaziland ve Mozambik’te 20 milyon kişinin açlıktan ölmek üzereyken; Etyopya ve Eritre’de de, 11 ila 15 milyon kişinin ciddi açlık tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğunu sürdürülemez kapitalizmin krizi insan(lık)ı açlık ve yoksulluğa mahkûm ederken…
Emperyalist saldırganlık yoğunlaşıp, yaygınlaşırken; “Dünyada egemen olan düzenin gittikçe otoriter olandan demokratik olana doğru kaydığını izliyoruz,”[6] yalanlarına aldırmadan şimdi yeniden eşitlik-özgürlük-kardeşlik için “Enternasyonal”i haykırarak alanlara koşuyoruz…
Her yer Taksim, her yer isyan ve direniş…
Taksim, Tek-el’dir; işçilerin Tek-el’idir artık; bundan kimsenin şüphesi olmasın…
A. Einstein’ın deyişiyle, “Dünyaya hâkim olan güç, ahmaklık, korkaklık ve açgözlülük”ken; “Sonsuzlukta her şey başlangıçtır,” der Elias Canetti umutla…
Unutmayın; sonsuzlukta her şey aşka, hayata ve isyana dair başlangıçtır, umuttur…
20 Nisan 2010 13:51:03, Ankara.
N O T L A R
[*] Kaldıraç, No:120, Nisan 2011…
[1] F. Stolberg.
[2] “Parmaklar acıtılmadan gül koparılmaz.”
[3] “32 Yıllık Taksim Tabusu Yıkılıyor”, Radikal, 13 Nisan 2010, s.12.
[4] “33 Yıl Sonra Gelen Özgürlük”, Cumhuriyet, 14 Nisan 2010, s.8.
[5] “Kurt öldürür karga yer.”
[6] Türker Alkan, “Bir Zorunluluk Olarak Demokrasi”, Radikal, 6 Nisan 2010, s.15.
Yorumlar