“Kaybedilmiş günlerin en kötüsü, bir defacık olsun gülmeden geçendir.” [1] Gülmek, güldürmek… Veya mizah… Bu konuda Puşkin, “Yüksek niteli...
“Kaybedilmiş günlerin en kötüsü,
bir defacık olsun gülmeden geçendir.”[1]
Gülmek, güldürmek… Veya mizah…
Bu konuda Puşkin, “Yüksek nitelikli bir gülmece oyunu, yalnız gülmeye dayanmaz, ağlamaya, acılanmaya yaklaşır,” derken ekler Maksim Gorki de, “Sık sık gülen insanlar, çok kederli olup kederlerini yapmacık bir sevinçle örtmek isteyenlerdir…”
Evet, gülmek kendisinden ibaret olmayan kapsayıcı bir insanî zenginliktir…
Çünkü Nietzsche’nin, “İnsan kahkahalarla güldüğü zaman, kabalığı ile tüm hayvanları geride bırakır”; Victor Hugo’nun, “Gülmek bir güneştir, insanın yüzünden hüzün ve keder kışını defeder”;Moliere’in, “Beni istediğiniz kadar dövün, ama bırakın istediğim kadar güleyim”; Goethe’nin, “Bir insanın karakteri, eğlenceli bulduğu şeyde ortaya çıkar en çok,” sözlerine yansıdığı üzere, yüzde yüz insanî bir edim olan gülmek; insan(lık)ın insanlaşma mücadelesi (=serüveni)nin de en güçlü silahlarındandır…
“Eleştirel gerçekçi yöntem”[2] olarak anlamlanan; ayrıca da itiraz, eleştiri gibi müthiş silahları bağrında taşıyan gülmece, unutmamak gerekir ki, bazen “Recep İvedik” örneklerindeki üzere Georg Christoph Lichtenberg’in, “Başkalarını güldürmek güç bir sanat değildir, eğer nüktemize mi, yoksa bize mi güldükleri bizim için fark etmiyorsa”; Rochefoucauld’un, “Sahip olduğu niteliklerden çok, sahip olmayı düşündüğü niteliklerdir insanı gülünç eden”; Cenap Şahabettin’in, “Her şeye gülmek deliliktir,” uyarılarının da muhatabıdır…
* * * * *
Söylenceye göre, kahkahadan yaratılmışız.
“...Yaratan güldüğünde, dünyayı yönetmek için yedi tanrı doğdu... Kahkahalarla güldüğünde her yer aydınlandı... İkinci kez güldüğündeyse, sular yaratıldı ve yedinci gülüşünden ruh ortaya çıktı.” Bu sözler, Mısırlı bir simyacının üçüncü yüzyılda papirüse yazdığı metninde yer alıyor.[3]
Yunan mitolojisinde de, Dionysos şenliklerinden şöyle söz edilir: “...Nypmha’lar, Naida’lar, Dryad’lar ve Hamadryad’lar asma yaprakları ile başlarını süslediler. Satyros’lar Siienos’lar toplandılar, çalmaya, oynamaya başladılar. Dağlar, taşlar, neşe ile çalkalandı; yaylalar, ovalar, vadiler heyecandan titredi.”[4]
Aristoteles ise, kahkahayı mitos evreninden yeryüzüne ve ait olduğu yere indirecektir: “Tüm canlılar içinde yalnızca insana ihsan edilmiştir gülme.” Bakhtin, Karnavaldan Romana adlı ünlü çalışmasında, “Gülmeyi yaşam ve ideolojinin her resmî alanında yasaklamış olan Ortaçağ”ın aynı zamanda karanlığa ve zulme karşı gelişen bir gülme çağı olduğunu işaretlemektedir; “Bin yıllık folk mizahı”, “tam da gayrı-resmî varoluşundan dolayı, olağandışı bir radikalizm, özgürlük ve acımasızlık taşıyordu.”[5]
Rabelais’nin Gargantua’sı da şöyle sunulur okura: “Gülen kitap yeğdir ağlayan kitaptan/ Gülmektir çünkü inşanı insan eden.”[6]
Gerçekten de “Gülmek tazeler”,[7] yeniler, “yeniden” dedirterek düşündürüp, eyleme geçirir insan(lık)ı; Aziz Nesin’den Gazanfer Özcan’a dek…
* * * * *
“O, tiyatronun son Mohikanı’ydı”;[8] “Mimiklerin, beden dilinin, sahnede yüksek tempo ve enerjinin birbiri ardına sıralanan komik durumların seyirciyi kırıp geçirdiği, her gece tiyatroların dolup taştığı zamanlarda yetişmiş, ustalaşmış, sahnesini hiç terketmeyip klasikleşmiş, çok önemli oyunculardan biriydi…”[9]
“Mesleğini babasından gizlemiş”[10] bir tiyatrocuydu; “Tahsin Amca” diye anılan Gazanfer Özcan’dı; Onun için tiyatro “amansız bir hastalık” gibiydi; “Ama güzel bir hastalık” demişti gülerek…
“Yeni kuşak onu ‘Avrupa Yakası’ dizisinin babası Tahsin Sütçüoğlu olarak tanıdı. Bir önceki kuşak için ise ‘Kuruntu Ailesi’ dizisinin babası Hüsnü Kuruntu’ydu...”[11]
Hasılı Türkiye, Gazanfer Özcan’ı tam 60 yıl izledi. 78 yıllık yaşamında onlarca oyunda rol almıştı.
1962’de hayat arkadaşıyla birlikte Gönül Ülkü - Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nu kurması yaşamının önemli dönüm noktalarından biriydi.
Tiyatro ve sinema sanatçısı Gazanfer Özcan, 27 Ocak 1931’de İstanbul’da doğdu. Cihangir Firuzağa İlkokulu ve Beyoğlu Ortaokulunda okuyan Özcan, Vefa Lisesinden mezun oldu.
Lisedeyken oynadığı ‘Hisse-i Şayia’ adlı oyundaki ‘Bican Efendi’ rolüyle tiyatroyla tanışan Özcan, Şehir Tiyatrolarının Çocuk Bölümüne katıldı. 1955’te Komedi Tiyatrosunda oynanan ‘Mahallenin Romanı’ oyunu, Özcan’ın tiyatro yaşamının dönüm noktası oldu. Bu oyunda rahatsızlanan Reşit Gürzap’ın yerine sahneye çıkıp başarılı olunca kadroya giren Özcan, 1962’ye kadar hem çocuk tiyatrosunda, hem yetişkin oyunlarında görev aldı. Özcan, 1962 yılında Gönül Ülkü ile evlendi ve ‘Gönül Ülkü-Gazanfer Özcan Tiyatrosu’nu kurdu.
1950’li, 1960’lı yıllarda çok sayıda sinema filminde de rol alan Gazanfer Özcan, uzun bir süre sinemaya ara verdikten sonra 2000 yılında çevrilen ‘Komiser Şekspir’ filmiyle sinemaya döndü.
Özcan, 1952’den 2007’ye kadar toplam 32 filmde de rol aldı. 1983’te ‘Kuruntu Ailesi’ tek kanallı Türkiye’de yayına girince o ‘Hüsnü Kuruntu’ olarak hepimizin babası oldu adeta. Dizi 16 yıl sürdü. Gazanfer Özcan yıllar sonra ‘Komiser Şekspir’ filmiyle sinemaya dönünce o babayı yeniden hatırladık. Arkasından atv’nin ‘Avrupa Yakası’nda Tahsin Sütçüoğlu ile iyice kanıksadık o baba hâllerini. Aslında bu karakterlere yabancı değildi. Kendi babasından esinlenmişti. Bunu da söylemişti: “Kuruntu ailesindeki baba, benim kendi babam. Ondan esinlenerek yaptım. Avrupa Yakası’ndaki baba da onun alafrangası. Onlarla özdeşleştim ben…”
* * * * *
Evet bizlere birlikte gülmeyi, birlikte kederlenmeyi öğreten O; Uluslararası Tiyatro Eleştirmenleri Birliği (AITC) Türkiye Merkezi’nden yapılan açıklamada ifade edildiği üzere “Fars-vodvil türünün günümüzdeki en büyük ustasıydı”.
Yakın arkadaşı Erol Günaydın’ın, “Bir çağ bitiyor, başka bir çağ başlıyor. Böyle adamlar bir daha gelmez,”[12] diye betimlediği; Cemal Süreyya’nın “Her ölüm erken ölümdür” deyişini bizlere bir kez daha terennüm ettiren; Kendine dair “Ekşimedi, bayatlamadı, bozulmadı,”[13] dedirten Gazanfer Özcan’ın dehası ve üstün yanı onun tarihsel anlamıyla “müeddep ve mahcup” bir İstanbul Efendisi olmasındaydı…
“O, güldürmek için ne belden aşağı esprilere, ne birileriyle dalga geçmeye, ne sulandırmaya, ne de taklide başvururdu. Yarattığı tipleri benimsetmeyi ve sevdirmeyi öğretti. Hepsi aşina, sahici karakterlerdi. Onları sahnede öyle ciddi canlandırırdı ki, o ciddiyete gülmemek mümkün değildi. Yüzleşmenin hep yakıcı bir tarafı vardır ya, onun sayesinde insan hâllerine gülerek ayna tutulurdu.
İnsan hâllerini kopyalardı ama, hayatta o hâllerle karşılaşınca sanki onun karakterlerinin kopyası ile karşılaştığınızı hissederdiniz. Ustaydı, çok usta, çok ciddi, çok sıcaktı...”[14]
5 Mayıs 2010 10:04:19, Ankara.
N O T L A R
[*] Esmer, No:62/5, Temmuz 2010…
[1] Nicolas Chamfort.
[2] Öner Yağcı, “Gülmece ve Çocuk Edebiyatı Ustalarından Muzaffer İzgü”, Cumhuriyet Kitap, No:994, 5 Mart 2009, s.14-15.
[3] Peinach, “Le Rire rituel”, Cultes, Mythe et Religions, 1908, 4. cilt, s. 112-113’ten aktaran, M. Bakhtin; Karnavaldan Romana, der-çev: Sibel Irzık, Ayrıntı Yay., 2001, s.92.
[4] Şefik Can, Klasik Yunan Mitolojisi, İnkılap ve Aka Yay., 1963, s.163-164.
[5] M. Bakhtin; Karnavaldan Romana, der-çev: Sibel Irzık, Ayrıntı Yay., 2001, s.92-93.
[6] Rabelais, Gargantua, çev: S. Eyüboglu-A. Erhat-V. Günyol, Cem Y., 1993, s.21.
[7] Tahir M. Ceylan, “Gülmek”, Cumhuriyet Bilim Teknoloji, Yıl:21, No:1075, 26 Ekim 2007, s.9.
[8] Özlem Ertan, “Tiyatronun Devrilmeyen Çınarı”, Taraf, 19 Şubat 2009, s.14.
[9] Cem Erciyes, “Baba Komedyeni Kaybettik”, Radikal, 18 Şubat 2009, s.18.
[10] Miraç Zeynep Özkartal, “Tiyatro Çınarını Kaybetti”, Milliyet, 18 Şubat 2009, s.2.
[11] Ayşegül Yüksel, “Çok Özel Bir Sahne İnsanı”, Cumhuriyet, 3 Mart 2009, s.14.
[12] Ceren Kocabaş-Merve Sağlam, “Bir Çağın Bitişiyle Gelen Hüzün”, Radikal, 19 Şubat 2009, s.22.
[13] Nur Çintay A., “Gazanfer Özcan’a Neden Üzüldük?”, Radikal, 20 Şubat 2009, s.2.
[14] Hüner Buğdaycıoğlu, “Bir Yıldızım Daha Kaydı”, Küyerel, 24 Şubat 2009.
Yorumlar