“Gözler sadece zihnin algılamaya hazır olduğu şeyleri görür.”[1] Sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı ile sarsılan yerküre bir...
“Gözler sadece zihnin algılamaya hazır olduğu şeyleri görür.”[1]
Sürdürülemez kapitalizmin III. Büyük Bunalımı ile sarsılan yerküre bir eşikte.
Bütün taşların yerinden oynadığı alt üst oluşla her şey yeniden biçimleniyor.
Elbette Ortadoğu da bundan nasibini alıyor; daha da alacağa benziyor! Birinci Dünya Savaşı’na gelinceye kadar ekonomide yaşananların öyküsü bize 100 yıl sonra acaba sorusunu sordurmaktadır…
XIX. yüzyılın öyküsü bize şunu gösteriyor: Kapitalizmin iki hedefi vardır. Sömürmek ve semirmek... Bunu gerçekleştirirken de iki yol kullanır: i) Borçlandırmak ve ii) doğrudan işgal… “Borç kriz” ve sonuçları malumken; işgal ve yeniden paylaşım yerkürenin acil gündem maddesine dönüşüyor.
“Bu da yeni bir hesaplaşmanın da habercisi gibi... Değişen krallar, zalimleşen emperyal anlayış bizi bir savaşa sürüklüyor,” notunu düşüyor Mustafa Pamukoğlu…
“BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) BOS’a (Büyük Ortadoğu Savaşı) dönüştüğü!”[2] tabloda Ortadoğu yine bir paylaşım ve “korku coğrafya”sı…
Ortadoğu, herkesin bildiği üzere, biçimsel bağımsızlık statülerine karşın hiçbir zaman sömürgecilikten kurtulamadı. Çünkü yerkürenin petrol rezervlerinin en tepesine kurulmuş Arap Dünyası bu coğrafyada konumlanıyor…
Sürekli müdahâlenin hedefi olan Ortadoğu’da, emperyalistlerin başarısızlık ne düzeyde olursa olsun, farklı dizaynlarda bölgeyi kontrol isteği, hep gündemi belirleyen başat etmen oldu.
Söz konusu hegemonik kontrol, bölgedeki yapay sınırlardan tutun da etnik ve dinsel faktörlere kadar her şeyin kullanıldığı kuralsız bir terörü ve korkuları devreye soktu.
Ortadoğu korkularla anılan bir bölgedir. Söz konusu korkuların büyük çoğunluğu da emperyalist manipülasyonun imalatıdır.
Batı patentli suni ve ithal korkular, tehditler ile iç içe geçmiştir.
Bunlardan en günceli nükleer ABD ile İsrail’in, İran’a ilişkin “nükleer silahlanma” korkusudur!
Eklenmesi gereken bir diğer faktör de “Arap Baharı”nın, emperyalistlerce bir “Hazan”a tahvilidir…
KORKU İLE GERİLİM(LER)
Hürmüz’deki gerilim eşliğinde ABD medyası, Ortadoğu’da artan Sünni-Şii geriliminin yakın zamanda savaşa dönüşebileceğinin altını çizdi. Böyle bir durumda da T.“C”nin İran’a karşı Körfez ülkelerinin yanında yer alacağını iddiasını dillendirdi.
Söz konusu iddiayı ortaya atan istihbarat sitesi “G2 Bulletin”e göre, Ortadoğu Sünniler ile Şiiler arasında bir savaşa doğru ilerlerken; İran, Suriye rejimi ve Hizbullah’ın yaşanması olası bir savaşın bir yanında; T.“C”, Katar, Suudi Arabistan ile diğer Arap ülkelerinin ise diğer tarafında yer alacağının altı çiziliyor.
Emperyalistlerin Suriye üzerinden İran’a müdahalesi güzergâhında “Füze Kalkanı” eksenli kamplaşmanın saflaştırıcılığı uluslararası aktörleri bir kere daha karşı karşıya getiriyor.
Örneğin Malatya Kürecik’teki üst konusunda Zeynel Lüle, şu bilgileri aktarıyor: “Avrupa’yı füze saldırılarına karşı korumak için geliştirilen, radarlarının Malatya Kürecik’e yerleştirildiği füze kalkanı sistemi Almanya’daki NATO hava üssü Ramstein’dan komuta edilecek. Sistemin kontrolü ise Almanya’daki Geilenkirchen üssünden yapılacak.”
Yani davul bizde tokmak onlarda olacak! Devam edelim…
Rusya Başbakan Yardımcısı Dmitry Rogozin, 5 Şubat 2012 tarihli açıklamasında, NATO’nun füze tehdidine karşı hava savunma sistemi kuracaklarını açıklarken; Münih’teki Küresel Güvenlik Konferansı’nda, Avrupa’da füze kalkanı sistemi kurulmasına ilişkin uzlaşma sağlanamadığı vurgusuyla ekledi: “Biz de kendi halkımızı korumakla yükümlüyüz. Etkili bir sistem oluşturacağız…”
ABD Büyükelçisi Francis Ricciardone, NATO çerçevesinde konuşlandırılan radar konusunda 25 Ocak 2012 tarihinde, “Malatya’daki radar sistemi şu an itibarıyla operasyonel. Tamamen operasyonel hâlde… Füzelere karşı NATO sisteminin bir parçası... Kaynağı kim olursa olsun, Türkiye’ye doğru yönelecek tüm düşman füzelerine karşı çalışır durumda. Türk halkı kendini daha güvende hissedecek. Çünkü bu sistem NATO ittifakının bir parçası... Ve Türkiye’yi de kapsıyor,” derken; İran’a yönelik ABD-İsrail operasyonu olasılığına ilişkin olarak Moskova önemli bir karar aldı. Rusya, olası bir operasyona karşı Abhazya, Güney Osetya bölgesinde tatbikat yapacak. Rusya tatbikata Ermenistan’ı da dahil etti.
Türkiye sınırında gerçekleşecek tatbikatın senaryosu, İran’a yönelik olası bir ABD ve İsrail operasyonu nedeniyle ülkenin parçalanması sonrasında ortaya çıkacak tehdide karşı alınacak önlemleri kapsıyor.
Rusya’nın olası bir saldırıya karşı hazırlıklar çerçevesinde Ermenistan’daki 102. Rus askeri üssünü tam donanımlı hâle getirdiği ve buradaki askerlerin ailelerini tahliye ettiği de belirtilirken, Moskova yönetimi, Erivan yakınındaki Rus garnizonundaki askeri birlikleri Türkiye sınırı yakınındaki Gümrü bölgesine sevk etti.[3]
Tansiyon yükselirken; durum bu merkezdedir…
İMPARATORUN “YENİ STRATEJİ”Sİ
ABD İmparatorluğu patentli “Pax-Americana”nın alâmeti farikalarından “Füze Kalkanı” ile ABD’nin “yeni strateji”si arasında doğrusal bir ilişki söz konusu…
“ABD’nin güvenlik önceliklerinde Avrupa’dan, Ortadoğu’dan Asya Pasifik alanına doğru bir kayma görülüyor”ken;[4] ABD’nin yıllardır uygulamalı olarak ipuçlarını verdiği askeri stratejiyi sonunda resmileşti.
Savunma Bakanı Leon Panetta’nın Pentagon’da duyurduğu strateji orduyu küçülterek güçlendirme, insansız uçak, uzay ve siber uzay teknolojilerine ağırlık vererek savaşın yükünü insandan makinelerin sırtına bindirme ve küresel liderliği bu şekilde sürdürmeyi amaçlıyor. Obama’nın yeni ordu tarifi şu: “Esnek, çevik, beklenmedik tüm tehditlere yanıt vermeye hazır”…
Stratejiden çıkan sonuca gelince; Irak ve Afganistan’daki gibi aynı anda 2 cephede büyük miktarda kara gücü olmayacak. Avrupa’daki güçler azaltılacak, karasal hâkimiyet denizlere çekilecek. Özellikle deniz ulaşım hatları üzerinde yoğunlaşma olacak. Bu açıdan İran’ın petrol ambargosuna karşılık kapatmakla tehdit ettiği Hürmüz Boğazı yeni stratejinin en yakındaki test alanı…
“Sözün özü yeni strateji diyor ki Yemen’den Irak’a, Afganistan’dan Pakistan’a ABD eski dünyada savaşını hayalet uçaklar, siber teknolojiler ve hızlı hareket eden özel birliklerle yürütecek. Daha az Amerikalı, daha çok dünyalı ölecek. Konvansiyonel savaşların yerine işgal olmadan yapılan savaşlar alacak.
Bu stratejide Amerikan askerlerinin uzak diyarlara gidip tabutlarda dönmesi öngörülmüyor. Çöllerde, dağlarda savaşmak ve silahlı militanlara hedef olma işi yerel ordulara bırakılıyor adeta.
Tabii yalnızca uçak gemisi filoları kullanılmayacak WSJ haberine göre. Örneğin, Avustralya’nın Darwin şehri yakınlarındaki yeni bir Amerikan üssünün Pasifik bölgesinin karakol üssü olacağı, Çin’in markaja alınması için ise Filipinler’deki Amerikan varlığının genişletilmesi görüşmelerinin sürdüğünü de duyuruyor WSJ.
Amerikan mali gücünün nabzını yansıtan WSJ’nin iddiasına göre Pentagon, yani Amerikan askeriyesi Ürdün ve Türkiye’nin Irak sınırına yakın bölgelerinde de özel kuvvet üsleri kurma imkânlarını araştırıyor…
ABD’nin ‘Daha küçük ama akıllı (İngilizcesiyle smaller but smarter)’ diye özetlenebilecek yeni stratejisinde, dünyanın değişik bölgelerinden iki elin parmaklarını geçmeyecek sayıda ülkeye özel önem verildiği anlaşılıyor.”[5]
“Özel önem verilen” ülkeler için işin öteki yüzüne gelince: ‘The Wall Street Journal’, ABD askeri stratejisinde insansız hava uçakları ve özel birliklere yoğunlaşan Pentagon’un Türkiye’de bu amaçla yeni bir üs kurmak istediği vurgusuyla, “Askeri liderler, Türkiye ve Ürdün’ün doğusunda, Irak sınırına yakın, yeni özel operasyon üsleri kurmayı değerlendiriyor” diyor.
İLERİ KARAKOL: T.“C”
Kimsenin şüphesi yok; devletleşen AKP ve AKP’lileşen T.“C”, ABD’nin ileri karakoluna dönüşmesi yanında, “ABD’nin küresel kontrgerilla stratejisi”nin de aktörü, yani tetikçisi oluyor.
Mümtaz Soysal’ın, “Ortadoğu’da etkin ve etkili bir rol oynar gözükmekte ısrarlılar,” diye nitelediği “neo-Osmanlı” eğilimi; bir yandan İzmir’deki “Menteş Askeri Kampı”nda Taliban militanları ile mücadele edecek Afgan subaylarına eğitim verirken; öte yandan da “Ankara her an Suriye konusunda zor tercihlere hazır olmalı,”[6] diye formüle edilen salınım aralığında, yani Araf’ta!
‘Bilgesam’ın, “Türkiye’nin politikalarını gözden geçirmesi gerekir. Bu doğrultuda Batılı ülkelerle karşı karşıya gelinmesi, Türk dış politikasının İran’ın zaman kazanma stratejisine katkı sağlaması anlamına gelebilir” değerlendirmesini dillendirirken; T.“C”nin, ABD patentli dış politikaları bir Araf’tadır…
Özellikle ABD İmparatorluğunun bölgeye yönelik müdahalesinin taşeronluğunu üstlenen T.“C”, Suriye’ye yönelik emperyalist senaryoların da bir parçası olurken; Türkiye, Suriye’nin Humus kentindeki uygulamalarını sert biçimde kınayıp, “Bir ülkenin resmi güvenlik güçlerinin kendi şehirlerini topa tutması o ülkedeki hükümetin yönetme meşruiyetini tamamen kaybettiğinin en somut kanıtıdır. Bu katliamı en şiddetli biçimde kınıyor ve lanetliyoruz. Uluslararası toplum bu duruma seyirci kalmamalıdır,” dedi.
Evet T.“C”, Suriye müdahalesinin aktif tarafıdır…
Örneğin Suriye Komünist Partisi sözcüsü ve Kürt kökenli Kamışlı Milletvekili Abdullah Halil, Türkiye’nin ülkesindeki Müslüman Kardeşler’i ve isyancıları desteklediği vurgusuyla, “Türk hükümeti ile Suriye’deki gericiler birbirlerine yakınlar. Silah ve para yardımlarını Türkiye’den almaktadırlar,” derken; İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney’in askeri danışmanı Tümgeneral Yahya Rahim Safevi de, Türkiye’nin Suriye’ye sorun yaratması için Katar yönetiminden milyarlarca dolar para yardımı aldığı vurgusuyla ekliyor: “ABD’nin bölgedeki gelişmelerin İran’a karşı, kendi politik çıkarları doğrultusunda olması için Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar’a rol tayin ediyor…”
İLK HEDEF: SURİYE
“Ciddi bir ‘tarihi dönem’ eşiğindeyiz,” vurgusuyla Suriye’de mevcut rejim artık iflah etmez. Yıkılacak. Ama, yıkılırken, beraberinde birçok iddiayı, projeyi, hesabı da sürükleyebilir,” diye ekleyen Cengiz Çandar, ilk hedefin Suriye olduğunu da itiraf etmiş oluyor…
“Suriye krizi neredeyse her saat yeni boyutlar kazanarak derinleşiyor”ken;[7] Suriye’ye yönelik dış müdahalede T.“C” ye biçilen role ilişkin olarak, İran’da İngilizce yayın yapan ‘Press TV’, ABD’nin Suriye’deki rejimi devirmeye yönelik komplo planları çerçevesinde Türkiye’nin bu ülkenin topraklarına girmesinin de bulunduğunun altını çiziyor.
Bu koordinatlarda ‘The Times’ın, dünyanın Suriye’ye yardım etmesi için iki yol bulunduğunu belirterek, birinci yolun Beşar Esad’a gerçekleri anlatacak üst düzey bir müzakereci, ikinci yolun ise, Arap Birliği ülkeleri ve Türkiye’nin askerî operasyon planları yapmaya başlaması olduğunu yazması tesadüfi değildir…
Tıpkı Şam yönetimine muhalif Kürt örgütlerini, Erbil’de bir araya getiren Mesud Barzani’nin, “Suriyeli Kürtler değişikliğe hazır olmalı. Birlik ve beraberlik içinde hareket etmeli. Şam’a karşı birleşmeli,” demesi gibi![8]
Hem de Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton’ın, Suriye’ye yönelik müdahaleyi de içeren yeni bir tasarı için anlaştıkları ileri sürülürken…
Ancak “Ya ABD stratejisi tutmazsa?” diye soran Jackson Diehl ekliyor: “Şimdiki hâlde Amerikan stratejisi, kamuoyuna yapılan açıklamalara dayanıyor. Bu açıklamalarda Esad’ın düşmesinin kaçınılmazlığı ilan ediliyor; bu blöfü Rusya Başbakanı Vladimir Putin ve Esad’ın generallerinin yemesi umuluyor. Ya yemezlerse? Genişleyen ve derinleşen bir Suriye savaşı görebiliriz ki; sonuçları BM Güvenlik Konseyi’nin kontrolünün çok ötesinde olur.”[9]
Kaldı ki “ordunun çözülmesi”ne dikkat çekilen koordinatlarda Robert Fisk de şunları hatırlatıyor: “Esad, gitmek üzere falan değil. Henüz değil. Muhtemelen oldukça uzun bir süre için değil. Ortadoğu’daki gazeteler, bunun Esad’ın ‘Bingazi anı’ olup olmadığına dair hikâyelerle dolu -bu haberlerin hemen hepsi Washington, Londra ve Paris’ten yazılıyor- fakat bölgede çok az insan, biz Batılıların durumu nasıl bu kadar yanlış anladığımıza akıl erdirebiliyor. O eski deyiş, tekrar tekrar söylenmek zorunda: Mısır Tunus değildi, Bahreyn Mısır değildi, Yemen Bahreyn değildi, Libya Yemen değildi. Ve Suriye de kesinlikle Libya değil… Britanya Kraliyet Donanması Libya’daki Bingazi’ye demir atabildi. Ama Suriye’deki Tartus’a giremedi, çünkü Rusya donanması hâlâ orada…”[10]
“NİHAİ” HEDEF: İRAN
“Pax-Americana”nın, Ortadoğu düzenlemesindeki “nihai” hedefi, elbette İran’dır…
Didier Billion’un, “İran’ın çevresindeki gerilim yeniden yükseliyor,” diye tarif ettiği politik atmosferde ‘Rand Corporation’, İsrail ile İran arasında sıcak savaş çıkabileceği uyarısını dillendirdi.
‘The Washington Post’ da, ABD Savunma Bakanı Leon Panetta’nın en erken nisan 2012’de İsrail’in İran’a saldırmasından endişe ettiğini aktardı.
İran’a saldırı tehdidi her geçen gün tırmanırken; ABD seçimleri nedeniyle şahinlerden sürekli “Hadisene, ne duruyorsun? İran’a saldırsana!” baskısı gören başkan Obama bir yana; ‘International Herald Tribune’ (IHT) ve ‘The New York Times’ta çıkan Ronen Bergman’ın makalesi, saldırı için kesin tarih bile verdi. IHT’de çarşaf gibi yayımlanan -tam sayfalık- yazıda,[11] İsrail’in 2012’de İran’a saldıracağı davul zurna ile ilan ediliyordu...
Bergman artık geri dönülmez noktaya doğru hızla yol alındığına; meselenin özetle bundan böyle saldırının arka planını hazırlamaya kaldığına, (Irak savaşı öncesinde yapıldığı üzere!) “uluslararası yasal meşruiyet/kılıf altında” saldırıyı gerçekleştirebilmek için “uluslararası desteğin arttırılması yolundaki çabaların ilerletilmesi” gerektiğine dikkat çekiyordu.
‘The Washington Post’ta 3 Şubat 2012 günü çıkan David Ignatius yazısı; gerekse 29 Ocak 2012’de ‘The New York Times’taki Ronen Bergman’ın yazısındaki “saldırı tarihi 2012’dir” değerlendirmesi… yaygın bir “deja vu” duygusuna yol açarken; Obama’nın, Savunma Bakanı Panetta’nın açıklamasına rağmen “İsrail’in henüz İran’ı vurma kararı yok,” demesiyse boşluğa söylenmiş bir söz olmaktan öteye geçmiyordu…
Çünkü İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, İran petrolü ile bankalarına karşı daha sıkı yaptırımlara gerek duyulduğunu belirterek, bu ülkenin “bir an önce” nükleer silah üretemeyecek duruma gelmesi gerektiğini dillendirirken; ‘Kommersant’ gazetesi de, ABD’nin İran’a yönelik olası askeri saldırıda Gürcistan topraklarını kullanmayı planladığını açıklıyordu…[12]
TOPARLARSAK!
Küresel çıkar çatışmasıyla karşı karşıya olan Ortadoğu’da yeniden paylaşımın korku, kan ve acı dolu günlerine doğru ilerlenirken; İsrail halkının yüzde 60 gibi hatırı sayılır çoğunluğu İran’a aslında bir saldırı istemiyor. ABD halkının da sadece yüzde 17’lik marjinal bölümü, İran’a yapılacak olası saldırıya destek veriyor. Ne var ki olumlu sayılabilecek bu verilere karşın “savaş tamtamları” durmak bilmiyor ve İran, ekonomisini hedef alan “yaptırımlarla” giderek sıkıştırılıyor...
Ambrose Bierce’in, “Uluslararası ilişkilerde, iki savaş dönemi arasında bir aldatmaca dönemi,” olarak tanımladığı “Barış” evresinin, topyekûn nihayete ermesi muhtemel olduğu bölgesel bir kapışmanın “eşik”indeyiz…
Antoine de Saint-Exupery’nin, “Bir hastalıktır,” dediği “Savaş”; Agahta Christie için “Hiçbir sorunu çözmez... Savaşı kazanmak da, savaşı kaybetmek kadar korkunçtur.”
Genç Seneca’nın, “Sonucunu sorarız da, nedenini sormayız,” diye betimlediği “savaş”a ilişkin Rudyard Kipling, “İlk ölen gerçektir”; Sallustius da, “Savaşı başlatmak kolay, durdurmak zordur,” notunu düşerler…
Bitiriyorum: Fransız yazarı Maurice Rostand’ın Birinci Dünya Savaşı’nı konu alan ‘Öldürdüğüm Adam’ başlıklı oyunu, savaşta oğlunu yitirmiş olan bir Fransız annenin şu sözüyle noktalanır: “Ben, kendimi savaşta çocuklarını yitirmiş olan Alman analarına, hiçbir şeylerini yitirmemiş olan Fransız analara olduğumdan daha yakın hissediyorum…”
Nihayetinde, “Savaş bir gün biterse kendimize şu soruyu sormalıyız: Peki, ölüleri ne yapacağız, neden öldüler?” diye sorar Cesare Pavese de…
9 Şubat 2012 14:41:09, Ankara.
N O T L A R
[*] 31 Mart 2012 tarihinde Antakya Aka-Der, 1 Nisan 2012 tarihinde Ankara Aka-Der’de yapılan konuşma… Esmer, No:72, Mart 2012…
[1] Henry Bergson.
[2] “BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) BOS’a (Büyük Ortadoğu Savaşı) Dönüşürken!”, İşçi Kardeşliği, No:56, Şubat 2012, s.1.
[3] Bahadır Selim Dilek, “Türkiye Sınırı Isınıyor”, Cumhuriyet, 5 Şubat 2012, s.9.
[4] Ergin Yıldızoğlu, “ABD’nin Yeni Savunma Stratejisi (I)”, Cumhuriyet, 9 Ocak 2012, s.11.
[5] Murat Yetkin, “Yeni ABD Stratejisi ve Türkiye”, Radikal, 28 Ocak 2012, s.12.
[6] Ali H. Aslan, “Suriye’de Amerika ile Nereye?”, Zaman, 6 Şubat 2012, s.15.
[7] Murat Yetkin, “Ankara’nın Gözüyle Suriye Krizi”, Radikal, 7 Şubat 2012, s.12.
[8] “Esad’a Karşı Kürt İttifakı”, Taraf, 29 Ocak 2012, s.1.
[9] Jackson Diehl, “Ortadoğu’da Bir Suriye Kumarı”, The Washington Post, 3 Şubat 2012.
[10] Robert Fisk, “Suriye’nin ‘Bingazi Anı’ Henüz Gelmedi”, The Independent, 7 Şubat 2012.
[11] International Herald Tribune, 28-29 Ocak 2012.
[12] “Rus Gazetesi: ABD, İran’ı Gürcistan’dan Vuracak!”, Cihan Haber Ajansı, 31 Ocak 20
Yorumlar